Nükhet Eren

Laz halk deyişlerinden, Kafkas bölgesi şiirinin özelliklerinden, sürgün yaşamının zorluklarından kendi şiirini yaratmış bir şairdir Helimişi. Doğduğu yer olan Hopa ve yakın bölgenin insanlarını, onların söylediği şarkıyı, oynadığı oyunu, dinlediği masalı dizelerine taşımıştır. 69 yıllık yaşamının 44 yılını sürgünde geçirirken memleketine duyduğu özlemi Lazca sözcüklerine yükler.  Bütün acılarını, hayal kırıklıklarını, kimsesizliğini, hiç kimseye öfke ve nefret duymadan şiirlerinden haykırır. İnandığı dava uğruna sonuna kadar mücadele eden duygu dolu bir komünisttir o.

Aşağıdaki satırlarda Helimişi’nin bütün zamanlara ve mekânlara uzanan şiir dili üzerinden yaşam öyküsünü izlerken arka planda yakın dönem dünya tarihini de görürüz.

Helimişi Xasani, 1907 yılında Hopa’da doğdu. Osmanlı Nüfusu kitabında Kemal Karpat o yıllardaki Lazistan merkezini Rize, ilçelerini Atina (bugünkü Pazar) ve Hopa olarak vermektedir.  I. Dünya savaşına giren Osmanlı Devletinin bu bölgesi Rus askerlerince işgal edilmeye başlayınca, sekiz yaşındaki Helimişi, ailesi, komşuları, akrabaları ile Çarşamba’ya kadar uzanacak olan ve adına muhacirlik denilen bir uzun yolculuğa çıkar.  Helimişi’nin çok sonra yazdığı – yazılış tarihini tam bilmiyoruz- ‘’ Yarım Kalan Düğün’’ adlı epik ve ne yazık ki düğün gibi yarım kalmış tiyatro oyununda bu yıllardan söz eder. Düğün devam ettiği sırada damat Şefik ‘’bedel’’ ödeyemediği için bu savaşa katılmak üzere askere alınır. Gelin Şadiye geride kalanlarla beraber muhacir olur. İki sevdalının karşılıklı mektuplarından oluşan bu destansı anlatımdan, Şadiye’nin dördüncü mektubunun bir bölümü:

‘’ ve açlık susuzluk hastalık bir yana

Akşam gün kararınca gerginleşir tantana

Kanat takılı gezer… tifo, veba, kolera

Günde elli insan ölür toprağa gider vira’’

(Yarım Kalan Düğün;  Çeviren M.Cedeşi)

 

Cumhuriyet döneminde, 1925- 1932  yılları arasında Helimişi, Hopa ve yöresini dolaşır. İmece türkülerini – kalas taşıma imecesi, fındık toplama imecesi- düğün şarkılarını-, takı takma, tüfek götürme, bıçak getirme, nikah şerbeti içme sırasındaki ezgili söyleyişleri-, horon şarkılarını – horon oynarken kızlarla erkeklerin karşılıklı atışmalarını belleğine  kaydeder. Pek çok halk ezgisinin sözlerini yazar.

‘’Fındıktan düştüm de sağ elim kırık

Burda ağlarım sen Tuna’da duruk

Yollara bakarım gözlerim donuk

Bırakma beni sen canım cananım’’

(Bir destan deyişi; çeviren M.Cedeşi)

 

Sarplı kızların çay toplama şarkısını, Laz balıkçıların şarkısını, neşeli yemek sofrası  şarkısını kendi besteler, sözlerini yazar. Bu arada yazdığı ve bestelediği başka bir şarkı daha vardır: Komünist Parti.  Çünkü o yıllarda Türkiye Komünist Partisi ile tanışmıştır. Aynı dönemde sahip olduğu sosyalist ideoloji ile doğa ve insan sevgisini, naifliğini birleştiren Küçük Değirmen,  Karga ile Ceviz, Saka, Dibek gibi şiirlerini yazmıştır.

‘’Ne gece duruyor ne de gündüzün

Bilmem kaç köylüye öğüttüğü un

Kimse görmedi bıkkın yorgun

Bizim loş vadide küçük değirmen

 

Onlar; senin işçilerin ve ustan

Onlardı seni sen yapan

Geceler boyu seninle duran

Emekçinin dostu küçük değirmen.’’

(Küçük Değirmen, Hopa 1932; çeviren M. Cedeşi)

 

Düşüncelerinden dolayı Türkiye’de bir süre hapiste yattıktan sonra 1932 yılında  Batum’a kaçar. Oradan Leningrad’a giderek Azınlıklar Enstitüsünde müzik, dans, tiyatro çalışmaları yapmaya başlar. Komünist ideoloji artık doğrudan doğruya şiirlerindedir.

‘’Kızıl ülke ışığı

Tıpkıca kızıl ateş

Kızıl yalım yalpakça

Baktım kızıl diyara

Tıpkı kızıl bir güneş

Katıldım kızıl nura,

Oldum onunla özdeş !..’’

  (Kızıl Ülke, Leningrad 1934; Çeviren M. Cedeşi)

 

Bu şehirde birkaç yıl sonra yaşadıktan sonra geçirdiği bir tren kazasında sağ bacağını kaybeder ve üstüste geçirdiği ameliyatlar sonrasında orada kalamayıp  Batum’a döner.

Çektiği acı ve yalnızlık hali yine dizelerindedir.

‘’ Ben tek bacaklı  fukara Hasan

Başıma geleni destanla yazsam

Kendime ettiğimi kimle ağlaşsam

Ey hemşirem yavaşça sar yaramı’’

(Tek Bacaklı; Çeviren M. Cedeşi)

 

Batum’da baba mesleği kunduracılığa başlayan ve evlenen Helimişi, tam o dönemde Laz ve Megrel Halkları üzerindeki etnik baskıların sonucu olarak tutuklanır, üç yıla yakın bir süre hapiste tutulur. 1940’larda İkinci  Dünya savaşı yıllarında, Batum ve Sohum şehirlerinde yaşarken Laz kimliği, Laz Kültürü  üzerine yazıları yanında, Türkiye ve Amerikan hükümetinin yöneticilerini yeren şiirlerine rastlarız.

İkinci Dünya savaşı sırasında, içindeki galibiyet umuduyla Sarp deresinin karşı kıyısında kalanlar- Sovyetler Birliği ve Türkiye sınırını Sarp köyünün ortasından geçen dere belirlediğinden köy halkı da ikiye bölünmüştür- için yazdığı şiirde ‘’Berideki Lazlara’’ şöyle seslenmektedir:

Götürülmeden sen git, gönüllü işi

Rus kardeşinle birlikte ol ölümün eşi

Doğacaktır yarın zafer güneşi

Sevineceğiz hepimiz, berideki Laz

 (Berideki Laz,  Batum 1942 ; Çeviren M. Cedeşi)

 

Deniz ve Laz adlı şiirinde ise yaşamı konusundaki kararlılığını görüyoruz.

 

Ben Laz’ım ki, deniz gezmiş bedenim

Karadeniz’den hiç korkum yok benim

Nice boğulduysam yüzdüm o denli

Korkudan beriye sevdam çok benim

(Deniz ve Laz; Çeviren M. Cedeşi)

 

Bu dizelerdeki dayanma, direnme, irade, bağlanma gücü onun yeni bir sürgüne gitmesine engel olamayacaktır ve Stalin’in ölümüne kadar Sibirya’da Vasyugan adındaki bir şehirde yaşamak zorunda kalacaktır.

Helimişi artık incinmiştir, hayal kırıklığına uğramıştır. İçindeki coşku yerini düşüncelere bırakmıştır. Daha sembolik anlatımlarla, daha ustalaşan bir dille kendini, hayatı, ölümü sorgulamaya başlamıştır.

Getirdin mi bir şeyler  dünyaya

Dünyadan götürmeye adadın güya

Tutabildin mi  eline geçenleri

Ki Düşünürsün hep elinden kaçanı

(Vasyugan Sibirya, 21 Ocak 1949 ; Çeviren M. Cedeşi)

 

Tek bacağıyla zorunlu olarak tutulduğu Sibirya soğuğunda, yaşadığı bütün güçlüklere rağmen Lenin ve Stalin’e olan bağlılık ve sevgisi üzerine yazdıkları düşündürücüdür.

Azalmaz-eksilmez yürekte sevgin

Ne mutlu bize ki seniniz senin

Sen bıraktın bize yoldaşın Stalin

(Lenin İçin, Vasyugan, 22 Aralık 1950 ; Çeviren M.Cedeşi)

 

Buradaki yazdığı şiirlerinden dünya görüşünün izlerini şöyle sürebiliriz: Yenilmeden yoluna devam etmek, mücadele etmenin zorunluluğu,  insanın yenilmez olduğu ve sadece ölüme boyun eğeceği, onun dışındaki her güçlüğe, sıkıntıya, acıya dayanacağı ve  üstesinden geleceği. Duygularında ise yalnızlık,  unutulmama arzusu vardır.

Meğer benim yazgımmış Narimi

Acep burda kazarlar mı yerimi

Gün olur ararsınız, kemiklerimi

Kaybolmaz, kalır tüm emeklerim

(Kaybolmam, Vasyugan 1951; Çeviren M. Cedeşi)

 

Batum’dan Sibirya’ya iki oğlu ve eşiyle sürülen Helimişi’nin burada bir kızı olur. Kızına oradaki nehrin ismi Narimi’den dolayı Narima adını verir. Kızı bilindiği kadarıyla halen Batum müzesinde temizlik işleri yapıyor. Bu müze Helimişi’nin naif tarzdaki yağlıboya resimlerinin sergilendiği müzedir.

1953 yılında Sibirya’dan Gürcistan’a dönüşünden bir süre sonra yine yalnız kalır, ailesi yanında değildir. Kendini Sarp köyündeki simgesel taşa benzeterek şiirini söyler. Nice dalgalar vursa,  nice fırtınalar kopsa  tıpkı o taş gibi yerindedir. Rüzgarlar, kasırgalar, yağmurlar, öldürücü soğuklara rağmen dimdik kalandır. Sandal kıyıya oturduğunda, sandalı kurtarmak için denizi çoğaltandır.

Kalbimi sürekli kırsalar bile

Ardından ezseler damda, hücrede

Sibirya soğuklarında dövülünce de

Değişmez orası, ey Kva-omxaze.

(Kva omxaze Sarp köyü, 1956-57: Çeviren M. Cedeşi)

 

Hopa’ya, tanıdığı-gördüğü köylere, insanlara özleminin artık sınırı yoktur. O yerlerin denizine, derelerine, balıklarına, düğünlerine, yemeğine, imecesine, horonuna, tatlısına, atmacasına, meyvasına, yumurtasına, kadınlarına tutkulu özlemi vardır.

Dizelerinde öfke yoktur. Aşağılama, küçük görme hiç yoktur. Özlemle karışık sevecenlik vardır, öğütler vardır, iyi dilekler vardır.

Bunları okusan sevinçle, beri

Bir gün parlayacaksın  yıldız gibi

Güneş yanığı yüzün gülecek gayri

Sen olacaksın kurtulmuş biri

(Görüyorum, 1962: Çeviren M. Cedeşi)

 

Tiflis’te bir dönem Türkçe öğretmenliği yapar, ancak ona verilen sözler yerine getirilmediği için ayrılır. Yalnız ve hastadır. Bildiğimiz son şiiri Hopalılara şiiridir.  Bu uzun eserinde Helimişi, Hopa’dan, oradaki evinin çatısından yola çıkıp,  insanlığın halleri, doğanın devamlılığı, aklın yaşamdaki önemi, insan-tanrı ilişkisi,  yaşamın sırrı, özgürlük arayışı, çağın ve ötesinin insanı olma gibi düşünsel konuları  kendine özgü şiirsel diliyle,  etkileyici ve çevrilmesi oldukça zor  bir Lazca ile  anlatmaktadır.

Hopalılara’dan  alınan aşağıdaki iki dize aynı zamanda Sarp’ta bulunan mezar taşında yazmaktadır.

‘’Yaşamdan payıma düşeni aldım

Bu dünyada öbür dünyanın derdine düşmedim’’

(Hopalılara, Tiflis 1970)

 

Helimişi şiirleri üzerine ilk değerlendirme olarak niteleyeceğimiz bu yazıyı sonlandırırken şunu söyleyebiliriz. Yakın gelecekte pek çok şair ve yazar tarafından ‘’ Lazcanın Evrensel Şairi’’ üzerine  sayısız incelemeler ve okumaların yapılacağından kuşku duymuyoruz. Lazca yazan şair ve yazarların sayısı arttıkça  Helimişi şiirleri daha çok anlaşılacak ve değerlendirilecektir.