İsmail Avcı Bucaklişi

Doğu Karadeniz, sahilden itibaren dik yamaçların yükseldiği ve çok sayıda akarsu tarafından bölünen vadilerden oluşan bir coğraf­yadır. Bu yüzdendir ki bölgede geniş tarım alanları bulunmamakta­dır. Evler dağınık, tarlalar parçalı ve irili ufaklıdır. Sahildeki kasaba yerleşimleri vadi boyunca biriken akarsuların denize ulaştığı alan­larda kurulmuştur ve denebilir ki nispeten düz olarak kabul edebi­leceğimiz toprak parçaları da yine buralarıdır.

Bu bölgede toprak, Türkiye’nin diğer bölgelerine göre daha çok değer kazanır. Toprağa bağlılık sadece ekonomik bir değer olarak algılanmasından değil aynı zamanda kökleri çok eskilere dayanan toplumsal bir psikolojiyi de yansıtır. Bundan dolayı günümüzde şehirleşmiş Lazlar arasında dahi ata toprağını satan kişilere çok nadir rastlanır.

Vadiler, her bakımdan daha güvenli görüldüğü için yerleşimin yoğun olduğu alanlar olmuştur. Yakın bir zamana kadar vadi içlerinde yaşayan Lazların çok azının denizle bağlantısı vardı. Erkekler tuz, sabun gibi çok temel ihtiyaçları karşılamak üzere nadiren kıyıdaki kasabalara inerlerdi. Yaşamını özellikle yüksek köylerde sürdürenler için kasaba, dolayısıyla deniz yabancı ortamlardı.

Tarihçi Antony Bryer, Lazarın az sayıda kasabaları olduğunu  ve asıl olarak dağlarda, dağınık durumda bulunan yerleşimlerde yaşadıklarını ve sürülerini yazın yüksek yaylalara götürdüklerini yazar. Anadolu’nun en güzel ve en yüksek otlaklarını kullanırlardı ve yaşamları, karlar eridiğinde büyük ve küçükbaş hayvan sürüleri­nin peşinden giden bir mevsimlik göç sistemi üzerine kurulmuştu.1

Sadece yüksek köylerde yaşayanlar değil aynı zamanda sahile yakın oturanlar arasında da yaylacılık geleneği vardı. Ama zamanla tarım daha çok önem kazanmış ve yüksek köylerde yaşayanlar ha­riç, Lazların önemli bir bölümü yaylacılığı terketmiştir.

Denizcilikten geçimini sağlayan Lazlar ancak sahilde yaşayan­lardır. Sahil boyunca çok sayıda balıkçı köyünde, bir yandan top­rağa bağlı köy yaşamı devam ederken, erkekler zamanlarının ço­ğunu denizcilikle ilgili işlere harcarlar. Buralarda yaşayanların de­nizle ilgili inançları, rituelleri ve hatta bayramları vardır. Örneğin, 14 Ağustos günü (Rumi takvimde 1 Ağustoz), güneş doğmadan kalkılır. Hiç kimse konuşmaz ve anlaşma sadece işaretlerle sağla­nır. Komşular bir araya toplanmak için birbirine haber verir. Hatta yüksek dağ köylerindeki insanlar bayram vesilesi ile bir gün ön­ceden sahildeki akrabalarına misafir giderler. Kahvaltı yapmadan hep birlikte denize girilir ve yüzülür. Suya girdikten sonra herkes dilekte bulunur. Bereket ve felaketlerden korunmak için dua edilir. Daha sonra kıyıya çıkılır ve topluca yemek yenir.2

Denizle hemen hiç yakınlık kurmamış, denizde yüzmeyi, balık tutmayı bilmeyen (benim gibi) Lazlar varken, öte yandan çok sa­yıda Lazın antik dönemden başlayarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de denizcilikte adlarını duyurdukları da bilinmek­tedir. Buna rağmen, Lazların denizle kurdukları ilişki ve yarattıkları kültürü henüz ayrıntılarıyla biliyor olduğumuz söylenemez. Lazla­rın denizciliği halen araştırılmaya muhtaç bir konudur.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kendi coğrafyamızda da modenleşme süreci ile birlikte kültürel çözülmelerin yaşandığını, geleneksel yaşamın yerini modern yaşama terketmeye başladığı­nı, dillerin yok olmaya yüz tuttuğunu biliyor ve yaşıyoruz. Lazlar bu süreci bütün olumsuzlukları ile yaşayan halklardan biridir. Çay tarımının yaygınlaşması ile birlikte geleneksel olan çok şey tasfi­ye oldu bile. Bir zamanlar tarlaları kaplayan mısır ekilmiyor artık. Bazı bitkilerin ancak adı kaldı geriye. Şarkılara konu olan kendirle birlikte dokumacılık da yitip gitti. Dokumacılıkta (oberi/ oşvaleri) kullanılan araçlar tavan aralarına atıldı. Yeni kuşak böyle bir geç­mişten haberdar bile değil. Haberdar olanlarsa bu araçların ne işe yaradığını anlamakta zorlanır hale geldi. Geleneksel tarımın tasfi­yesi geleneksel yaşamı, değerleri , inançları da tasfiye etti.

Gençlerin birbirini tanıdığı, yeni aşkların filizlendiği, Laz şar­kılarının yankılandığı ekim ve hasat zamanlarının imeceleri artık hatıralarda yaşıyor. Yirmi yıl evvel sevdiğine Lazca destanlar yazan ve destanlarını gurula söyleyen neslin çocukları anılarda yaşıyor. Bir zamanlar herkesin dilinde olan destanların yirmi yıl sonra kay­bolmaması için derleme konusu olacağı kimin aklına gelirdi !

Geleneksel mimariden modern mimariye geçiş dönemini ya­şayan bir Laz “Eski evlerin yıkılışını izlemek bizim için büyük bir zevkti.” diye yazar. Gelenekselden modern olana geçiş aynı zaman­da böylesi bir hazzı da içinde barındırır. Düğünlerin köylerden ta­şıma sistemi ile salonlara sıkıştırılması da, anadilin yok olma tehli­kesi altına girmesi de bu sürecin ürünüdür.