İsmail Avcı Bucaklişi

Değirmenler, Lazların kültür dünyalarında önemli yeri olan mekanlardır. Mısırın un haline getirilmesinde tek araç olmalarının ötesinde kültürün yeniden üretilme mekanı olarak işlev görmeleri ve kuruldukları kuytu yerler olmalarından dolayı da zaman zaman korku uyandırıp halkın söylence dünyasında mistik bir yer tutmaları yüzünden de Lazların kültür dünyalarında önemli bir yere sahiptirler.

Lazona’da çay tarımı yapılmaya başlanmadan evvel iktisadi yaşam mısır tarımı üzerine kuruluydu. Mısır en temel ve yegane besin maddesiydi. Lazona’da İlkbaharın gelişiyle birlikte mısır ekimi için bahçeler hazırlanmaya başlardı. Bahçenin temizlenmesi, kazılması, gübrelenmesi İlkbahar’ın rutin işlerindendi. Yetiştirilen diğer bitkilerse yan tarımsal üretimler durumundaydı.

Oldukça meşakkatlı bir süreçten sonra mısır hasadı yapılırdı. Akabinde, mısır koçanları yapraklarından ayıklanır, koçanlar birbirlerine bağlanır ve serenderlere asılarak kurumaya bırakılırdı. Tabiki mısır bu aşamaya getirilene dek çok sayıda aşamadan geçerdi ki herbir aşama Laz kültürü açısından başlı başına üzerinde durulması gerekir. İşte yavaş yavaş değirmenle tanışmaya, onunla zaman geçirmeye başlayabiliriz.

Bizim bahsettiğimiz değirmenlerin Lazcası “karmaťe” ya da “mskibu”dur. Bunlar su değirmenleridir. Mısır öğütmek için kullanılırlar. Belki daha önceleri buğday (mdiǩa) öğütmede de kullanılıyorlardı ancak bizim hatırladığımız zamanlarda ve bize ulaşan anlatımlarda buğday bu işin içinde yer almamaktadır. Değirmenler Lazcada “sǩuri” denen dere kenarlarındaki kuytu yerlerde kurulurlar. Bu derelerin herşeyden önce o ağır taşları döndürecek güçte suya sahip olmaları gerekir. Değirmenlerin etrafları dere kenar ya da içlerinde kurulu oldukları için insan yaşamına mekanlık eden yapılar bulunmaz.

Genellikle ağaçlık ve tenha yerlerdir. İnsan sesinden çok, bir süre sonra insanı rahatsız etmeye başlayan derenin sesiyle birlikte suyla dönen çarkın ritmik sesi, hızla dönen ağır değirmen taşının yine altındaki taşa sürtünmesinden çıkan yoğun melodik gürültü hakimdir her tarafa. İnsanların konuşması ağır ve zor duyulur. Aynı anda çarkın, taşın ve suyun çıkardığı üçlü ses adeta doğal bir orkestra oluşturur.

Kuş sesleri ve zor duyulan insan sesleri ancak arka sesler olarak bu üçlüye eşlik edebilir. Yarım metre genişliğindeki bir arkla derenin suyu oluğa (ğurni) kadar gelir. Oluk bir bayır üzerine kuruludur. Uzunlukları değişmekle birlikte beş metrenin altında değildir. İç çapları kırk santim kadar olabilir. Suyun çıktığı noktada beş – on santim çapında yuvarlak “sṕina” denen odundan yapılmış bir huni bulunur. Olukta biriken su “sṕina”da sıkışarak yüksek basınçla çarka çarpar ve çarkı hızla döndürür.

Çarkın ortasından değirmeninin içine uzanan demir ya da ahşap direğin ucunda işte o öğütücü taş vardır. Değirmen taşı (Karmaťe kva) adı verielen bu taşın çapı yarım metre kadardır. Altında yine düz ve yuvarlak sabit bir taş bulunur ki mısır taneleri bu iki taşın arasında sıkışarak öğütülür ve un dışarı atılır. “Moconi” ya da “maydoni” adı verilen ve mısırın aniden dökülmesini engelleyecek şekilde piramit gibi aşağıya doğru daralan ahşap kap tam değirmen taşının üzerine kuruludur.

Mısır taneleri buraya dökülür. Piramidin daraldığı alt noktada “ǩaiǩa” adı verilen, kayığa benzeyen, otuz santim uzunluğunda, on santim genişliğinde, uç kısmı değirmen taşı genişliği kadar daralan üstü açık ahşap bir kutu vardır. “Ǩaiǩa”nın ucu tanelerin bir anda dökülmesini engelleyecek şekilde hafif yukarıya kalkıktır. Değirmen taşının içine düşen taneler burada birikir. “Ǩaiǩa”ya bağlı olan ve dönen taşa değen “ťoǩťoǩoro” taşın hareketini buraya aktararak titreşim yaratır ve azar azar tanelerin değirmen taşına dökülmesini sağlar. “Ǩaiǩa” bir iple üstündeki “moconi”ye bağlıdır. İpin ucunda irice bir taş bulunur. Ǩaiǩa’nın değirmen taşının deliğine yakınlığı bu taşla ayarlanır. Ayrıca öğütülen unun kalınlığını ayarlamakta kullanılan “Edanzhaşe” denen mekanizma, dönen kısmın yüzeydeki taşla arasında kalan mesafeyi ayarlayarak unun istenen irilikte öğütülmesini sağlar.

Öğütülen un değirmen taşının etrafını çevreleyen alana dökülür. Değirmende fazlaca geniş olmayan bir ya da iki pencere vardır. Pencereler fare girmemesi için muhafazalı olmak zorundadır. Aynı şey kapı için de geçerlidir. Ama her halükarda değirmende fare bulunur ve iyi beslendikleri için olsa gerek bayağı da irice olurlar.

Bazı değirmenlerde, içeride ya da girişte bir şömine de bulunur. Burası daha çok kışın ateş yakıp ısınmak içindir. İnsanlar mısır öğütme sırasına girdikten sonra epeyce orada beklemeleri gerekir. Bu arada ateş yakılarak ısınılır. Hemen belirtelim, bir değirmenin büyüklüğü beş-altı metrekare civarında olur. Yani içeride çok sayıda insanı aynı anda barındıramazlar. Değirmenin boş kaldığı zamanlarda suyu kesmek üzere arkın (xerǩi) uygun bir yerinde “Celağobaşe” bulunur. “Celağobaşe” ile su değirmene verilir ya da kesilerek yönü dereye çevrilir.

Değirmen Ustaları

Değirmen bir çok zanaatkarın bir araya gelmesi ile yapılır. Ancak bunlar arasından ustalık gerektiren en önemli iş değirmen taşının yontulmasıdır. Elbeteki oluğundan, çarkına kadar her kısım için ustalık gerekmektedir. Ancak asıl uzmanlık gerektiren şey, değirmen taşı ile altındaki taş arasındaki uyumdur. Hareketli öğütücü taş, öyle bir oyulmalıdır ki üzerine oturduğu sabit taşla uyum sağlasın. Aksi halde un istenildiği gibi öğütülemez. Birazı kalın birazı ince olur. Ve hareketli taşa uygun bir şekil vermek başlı başına taş oyma sanatı içine girebilecek estetik bir anlayış ve el yeteneği gerektirir. Bundan dolayı elli yıl kadar önce, hatta son yirmi yıla kadar değirmen ustalarının toplum içinde az bulunur meslek erbabı olarak değer bulurlardı. Lazların iktisadi yaşamında, toplumsal iş bölümünde değirmen ustalığı kolayca anlaşılacağı üzere bir meslek dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Değirmende Un Öğütme

Sonbaharda mısır hasadına başlanması (oťaxu) demek artık bir önceki yıla ait ürünün bittiği ya da bitmek üzere olduğu anlamına da gelir. Bu durumda yeni ürünün kendiliğinden kuruması beklenmez, ateş üzerine asılarak çabucak kurutur ve yeni hasad değirmene götürülürdü. Henüz tam kurmamış mısırdan elde edilen bu una “yeni” (ağanişi) adı verilirdi. Lazlar çuvalladıkları mısırlarını değirmene götürdüklerinde sıraya girerlerdi. Herkes mısır çuvallarını ardarda sıraya dizer öğütme sırasının kendilerine gelmesini beklerdi. Sıra beklememek için de değirmene gece yarısından sonra, tan yeri ağarmadan değirmene gidilirdi.

Sosyal Ve Kültürel Mekanlar Olarak Değirmenler

Değirmene en çok gidenler kadınlardı. Hatta üretim sürecinde aktif yer alamayan yaşlı kadınlar ve az da olsa erkekler bu iş için oldukça uygundular. Tabi ki, kadınlar ve genç kızlar da değirmenlerin sürekli müdavimleri arasında olurlardı. İşte sosyal bir mekan olarak değirmenler bu noktada işlev görmeye başlarlar. Aynı ya da yakın köylerden değirmenlerde biraraya gelen kadınlar buralarda birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulurlar, dertlerini, meramlarını burada açarlardı. Değirmenin şöminesinde ateş yakılır. Sohbetler gün boyu devam ederdi. Burada oyunlar oynanır,  şarkılar söylenir, masallar anlatılır, bilmeceler sorulurdu. Velhasıl kültüre dair birçok değer hayat bu lurdu kadınlar dünyasında. Böylece kültür yeniden üretilir, hemde gençlere aktarılarak geleceğe taşınırdı.

Unutmamak gerekir ki Laz dili ve kültürünün en önemli taşıyıcıları kadınlardır ve değirmenler farklı köylerden kadınların biraraya gelebildikleri nadir mekanlardan biridir. Kadınların bu derece yoğun bulunduğu ortamlar doğal olarak genç kızların da gözlendiği, gelin adaylarının belirlendiği mekanlardır aynı zamanda. Bu yüzden değirmene giden genç kızlar bunun bilincinde olarak evliliğe hazır bir genç kızın yapması gerektiği gibi ağır başlı davranır, gelin olmaya aday olduklarını gösterirlerdi. Laz kültüründe değirmenle ilgili çok sayıda söylence, anı, şarkı, şiir, söz, deyim, atasözü bulunur.

Karmaťeşi kvalepe

Koǩoxedes dalepe

Kva muntxi do doťaxi

Ubaşi makvalepe

Değirmenle İlgili Bazı İnanışlar

Değirmenler bulundukları ortamlar ve bu ortamların atmosferlerinden dolayı halk inanışlarında, söylencelerde önemli bir yere sahiptirler. Herşeyden önce kuytu yerlerde kurulu olmaları, çarkın, taşın ve derenin çıkardığı seslerden olsa gerek insanlar arasında ürkütücü bulunurlar. Tenha ve terkedilmiş bir havaları vardır değirmenlerin. Bu da insanları korkutur. Ancak bundan dolayı mı korkutucudurlar yoksa korkutucu şeylerin çok anlatılmasından dolayı mı bilinmez;  korkulur ve anlatılır, anlatıldıkça abartılır, anlatımlar abartıldıkça korkular artar ve korkular arttıkça yeni ve daha korkutucu şeyler anlatılır. Değirmenlerde, değirmenlerin etrafındaki kuytuluklarda var olduğuna inanılan varlıklardan biri “činǩa”ya da “peri”dır.

“Činǩalar” ya da “periler” gün kararınca ortaya çıkarlar ve sabah horozun ilk ötüşüyle birlikte ortadan kaybolurlar. Bundan dolayı insanlar hava karardıktan sonra değirmene gitmekten, en azından yalnız gitmekten imtina ederler. Karanlıkta değirmenin yanından geçmek de tercih edilen bir şey değildir. Her an taş atılabilir ya da “činǩa” korkutucu bir görünmle insanın karşısına çıkabilir. Lazona’nın köylerinde bu konuda çok sayıda hikaye duymak mümkündür. Değirmende “činǩa” gördüğü için delirenler, “činǩa” ile değirmende horon oynayanlar, sohbet edenler ve daha bir çok konuda anlatımlar hala belleklerde ki canlılığını korumaktadır. İnanışa göre, değirmeni döndüren çarkı şayet bir insanın saç teli bağlanırsa çarkın dönüşü ile birlikte o insan delirir. İnsanlar buna inanır ve bunun çok günah olduğunu düşünürler. Bu şekilde deliren insanlardan bahsedilir ve böylesi bir kötülük yapan birine iyi gözle bakılmaz.