İsmail Avcı Bucaklişi
2008 yılını Uluslararası Diller Yılı ilan eden UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) Mart ayında güncellenen “Tehlike Altındaki Diller Atlası”nda, dünyada konuşulan 6700 dil içinde 2400’ünün yok olma tehdidi altında olduğu belirtildi. Bu atlasta, Türkiye’de konuşulan dillerden Lazca, kesinlikle tehlikede olan diller arasında gösteriliyor.

1990 yılından bugünlere nitelikli Lazca konuşanların sayısında ciddi bir azalma olduğu gibi, konuşulan Lazcanın niteliğinde de ciddi bir erezyon yaşanmıştır. Aileler çocuklarına anadillerinde konuşmuyor ve çocukların tamamına yakını artık Lazca konuşamıyor. Ancak, pek azı Lazca anlayabiliyor.
“Lazcanın durumu yavaş yavaş ölüme giden dil olarak görülebilir, yani dili konuşan topluluğun yavaş yavaş prestijli olan dile doğru kayışı, anadilin kaybolmasını da barındırır. Bu süreç, birbirinden farklı olan iki dilin farklı sosyal ortamlarda kullanılması durumuna yol açabilir ve prestijli olan dilin daha fazla baskın hale gelmesine sebep olabilir. Bu durum, ikidilliğin yayılması ve konuşanların arasında dile hakimiyet konusunda farklılıklar geliştirmelerine neden olabilir.” (S. Kutscher)
Lazcanın yok olma tehlikesi altında bir dil haline gelmesinin sebeplerinden biri hiç kuşkusuz köylülüğün tasviyesi ile sonuçlanan modernleşme sürecinin Lazcanın tarihsel olarak var olduğu yaşam alanları ortadan kaldırmış olmasıdır.
Öte yandan, Türkçe dışındaki dilleri baskılayan politik süreçler de dışsal etki olarak Lazcanın tehlike altına girmesine sebep olmuştur. Bu politikalar, özellikle okullarda Lazca konuşmayı yasaklamış, yer adlarının tamamen değiştirilmesini ihtiva eden bir süreç olmuştur.
Lazlar üzerinde, kimliklerinden dolayı ya da Lazca konuştukları için gerçekte hiçbir fiziki baskı ve yasal takibat yapılmamış olsa da, okullarda ve yerel düzeyde Lazcanın değersizliği, iş ve eğitim hayatında başarısızlığa sebep olacağı yönünde bir inancın gelişmesine zemin yaratılmıştır. Özellikle günümüzde Temel-Fadime fıkralarına dönüşen ve yakın döneme kadar Laz fıkraları olarak sunulan bu fıkraların bir değersizlik duygusu yarattığını söylemek de abartı olmayacaktır.
Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye üniversitelerinde Lazlar ya da Lazca üzerine hiçbir akademik çalışma yapılmamış, hiçbir Lazca materyal basılmamış, neredeyse, Lazların Kıpçak Türkü olduğunu savunan birkaç makale hariç, Lazları konu edinen hiçbir makale yayımlanmamıştır (Kirzioğlu: 1972)
Lazcaya karşı dışsal bakışı daha iyi anlayabilme bakımından 1970’li yıllarda Rize’de Kemençe adlı dergide yayımlanan bir yazıya atıfta bulunmak faydalı olacaktır. Kendisi de Rize – Fındıklılı bir Laz olan Kani Şengül, “Rize’de Dil Sorunu” başlıklı makalesinde Lazca hakkında şu görüşlere yer vermektedir.
… Doğacak yeni kuşak bu dilin zararlarından kolayca kurtarılabilir. Bunun için Milli Eğitim ile aileler işbirliği içinde çalışmaları gerekmektedir. Her aile en az öğretmeni kadar kendi çocuğuyla ilgilense ve ona doğuştan Türkçeyi öğretse sorun zamanla çözümlenir ve çocuklar da bu acayip dilin şerrinden kurtulur (Koçiva, 1999).