Ortaokullarda Seçmeli Lazca Derslerin Olduğunu Biliyor Musunuz?

Laz alfabesinde 35 harf vardır. Bunlardan 5’i sesli, 30’u sessiz harftır. Türkçe’deki sesli harfl erden “I, Ö, Ü” Lazca’da yoktur. Lazca’daki 30 sessiz harfin 10 tanesi Türkçe’de yoktur. Bunlar; č,̣ ğ, ǩ, ṕ q, ť, x, ž, ʒ, ǯ harfleriyle gösterilen seslerdir. Geri kalan 20 ses Türkçe’deki gibi okunur.
Lazca bir fiil kökünün başına ve sonuna (ör. oǩo-v-i-sinap-am-t), bazı durumlarda fiil kökünün ortasına ek gelebilir (ör. ǩi-tx-um). Bu yüzden de eklemeli bir dildir. Eklerinin birkaç örneği aşağıda bulunabilmektedir:
Çekimli bir fiilde, özne ve nesne aynı anda bulunabilir (ör. g-żirem).
Bir eylem, kimsenin yararına olmadan nötr olabileceği gibi (ör. p̌-ç̌ar-um)…
Bir eylem, öznenin (ör. i-ç̌ar-ams) ya da nesnenin yararına (ör. u-ç̌ar-ams) gerçekleşebilir.
Hemen hemen bütün fiillerin başına yöneki gelebililir (ör. golo-vulur). Yönekleri fiilin hangi yönde devam ettiğini gösterir.
Lazca fiilin türüne göre (durum ya da hareket fiili oluşu, nesne alıp almaması gibi) üçüncü şahıs özneler yalın halde (ör. bere ‘çocuk’), ergatif halde (ör. bere-k ‘çocuk tarafından’) ya da datif halde (ör. bere-s ‘çocuğa’) olabilmektedir.
Ayrıca, fiilin en başına cümlenin anlamını güçlendiren, kesinlik katan (ho, ko, do, menda gibi) ekler/sözcükler (ör. ko-moxtu) gelebilmektedir.
Bütün bu özellikler Lazcanın fiiller bakımından anlatım günü zengin bir dil olduğunu göstermektedir.
İsmail Avcı Bucaklişi
Lazlar hakkında gerek popüler düzeyde gerekse yazılı metinler (resmi metinler, akademik çalışmalar, araştırma niteliğindeki eserler vs.) düzeyinde ciddi bir yanlış bilgilenme olduğu görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle, Laz terimiyle neyin kastedildiğine ve dolayısıyla Lazların kim olduğuna dair birçok farklı nedenden kaynaklanan karışıklık mevcuttur. Lazların kim olduğunu ve dolayısıyla da kim olmadıklarını anlamak için ilk olarak Laz terimine yüklenen anlamları gözden geçirmek gerekir.
Laz terimi, yabancılar için Karadeniz halklarını topluca ifade eden bir terim iken, o yörede yaşayanlar tarafından da tamamen Bizanslılaşmış, Grekçe konuşan Pontiklerden (Rhomaioi) ayırt etmek üzere, yeterli derecede Bizans kültürü almamış Lazları işaret etmekteydi (Meeker:1971).
Anadolu’da, Laz terimi, Karadeniz bölgesinde yaşayan bütün grupları ifade eden ortak bir addır. Türkiye’de, bölge dışından olan çoğu kişi için bu tanım Anadolu’nun diğer yerlerinden farklı olarak algılanan bir bölgesel birimi ifade eder. Anadolu’luların gözünde, Rize bölgesinde yaşayanlar kendilerine hiç benzememektedirler: yiyecekleri, giysileri, konuşmaları, evleri vs. hepsi farklıdır.” (Hann:1999). Bölge dışında ise Karadenizlilerin kendilerini Laz olarak ifade ettikleri görülür. Ancak bölgede yaşayanlar için Laz, daha doğudakilerdir. “İstanbul’da Samsunlular ve Sinoplular dahil bütün Karadenizlilere Laz derler; Sinoplular Samsunlulara, Samsunlular Trabzonlulara, Laz derler. Trabzonlular da Rizelilere Laz derler.” (Marr:1910) Laz teriminin birçokları için birden fazla anlamı vardır ve Türkiye’deki kullanılış biçimiyle “Laz terimi yalnızca bölgenin etnik ve linguistik özelliklerini gizlemeye hizmet etmiştir (Meeker:1971).” Türkiye’de ortalama bir birey için Laz Karadeniz şivesi konuşan herkestir. Minorsky, İslam Ansiklopedisi’ndeki Lazlar maddesinde bu konuya şöyle açıklık getirmiştir.
“…Laz tabiri, Türkiye’nin garbında, fark gözetilmeksizin, Karadeniz’in cenüb-i şarki kısmındaki ahaliyi ifade için kullanılır, halbuki hakikatte, kendilerine Laz diyen ve Lazca konuşan halk bugün Hopa ve Pazar (=Atina) kazalarında oturmaktadır. Batum’un cenübunda az sayıda Laz vardır ki, bunlar Türk hududunu Sarp’a (Çoruh munsabının cenübü) 16 Mart 1921 tarihli Türk-Rus Anlaşması gereğince Türkiye’ye alındılar…” (Minorsky:1957)
Minorsky ayrıca, “Gürcüler ve Rusların (Lazlarının kendileri değil) Lazları Ç’ani olarak adlandırmış olmalarından kaynaklanan, kökü tarihe dayanan bir kafa karışıklığı vardır.” (Minorsky:1957) demek suretiyle meselenin başka bir yönüne de işaret etmektedir. Ancak burada bahsedilen karışıklık terminolojiktir ve Türkiye’de Laz teriminin içerdiği farklı anlamlardan kaynaklı değildir.
1906 Trabzon Vilayet Salnameleri’nde de Minorsky’nin tespitlerini doğrulamaktadır.
“Diğer memleketlerde bu Vilayet halkının hepsi Laz namıyla anılırsa da bunun bir bilgisizlik sonucu olduğundan şüphe yoktur. Çünkü Lazlar dilleriyle ve adetleriyle ve yaşam tarzlarıyla diğerlerinden ayrılırlar.” (Özşahin:1999).
Antony Bryer, Laz teriminin Anadolu’da kullanılış biçiminin yanı sıra algılanışında da farklılıklar bulunduğundan bahseder.
Kendileri hakkında konuşmayan pek çok dağlı halk gibi Lazlar da, Bizans’tan bu yana hemen hemen düzenli bir şekilde kötü bir şöhrete sahip olmuşlardır. Son dönemin gezginlerinin ezici çoğunluğu Lazların, neşeli oluşlarından, misafir perverliklerinden ve zarif tavırlarından söz ederler. Ancak, kendilerini kurnaz ve aptal olarak gösteren yaygın fıkraların hedefi olmuşlardır. Aynı şekilde Türkler de Lazlar hakkında tenkitçidir; eski bir atasözünde şöyle denir: “Müslümanlar, Laz peltesi* yemez.” Bir başkası ise şöyledir: “Meyvaların en ucuzu kiraz, kuşların en aptalı kaz, milletlerin en adisi Laz. (Bryer:1988)
Genel itibariyle bakıldığında, Laz terimine dair karışıklığı yaratan en önemli unsur, bu terimin ayırt edici bir etnik/kültürel kategori olarak değil bölgesel bir isimlendirme olarak kullanılmasıdır.
Genel karakteristikleri itibariyle Lazları, Karadeniz’in Laz olarak nitelenen halklarından ayıran temel unsurlar Lazların farklı bir dil konuşması ve yaşadığı bölgelerin kesin olarak birbirinden ayırt edilebilmesidir. Lazlar bu günkü Rize ilinin 25 km kadar doğusunda bulunan Kemer’in doğusuna doğru uzanan sahil bölgesinde yaşar ve konuştukları dil Rumların konuştuğu Antik Yunan kökenli dilden tamamen farklı bir dil ailesine mensuptur. Öte yandan, Lazlar, yaklaşık olarak aynı coğrafyayı paylaşan ve aralarında kültürel olarak pek çok benzerlikler bulunan Hemşinlilerden de farklı bir grup teşkil ederler.
* Laz peltesi: Mısır unu ve üzüm suyundan yapılan, muhallebi kıvamında bir çeşit tatlı.
İsmail Avcı Bucaklişi
KOLKHİS VE BİZANS DÖNEMLERİNDE LAZLAR
Laz tarihi MÖ 8. yüzyıla (MÖ 764-735) kadar geriye götürülebilmektedir. Bu tarihe ait Urartu yazıtlarında ilk kez Kolkh adından bahsedilmektedir (Lang: 1997).
Laz adından ilk bahseden kaynak Pilinius’un “Naturalis Historia” (M.S 79-23/24) adlı eseridir. Kolkhis devletinin bulunduğu bölgede M.S 3. yüzyılda Bizanslıların Lazika adını verdikleri Krallık ortaya çıktı. Kolkheti Krallığı’nın mirasçısı olduğu Antik Yunan kaynaklarında belirtilen Lazika, birçok Güney Kafkasyalı topluluğunun da içinde bulunduğu bir krallıktı.
6. yüzyıl Bizans tarihçisi Procopius Savaşlar adlı eserinde şunları belirtmektedir.
“Lazlar bir federasyondu, Justin ve Justinian’a bağlıydılar. Sınırları korumakla görevlendirilmişlerdi ve büyük ödenekler alıyorlardı. Bir Laz yönetici bir seferinde kraliyet asasını Perslerden almıştı: Laz kralları Tsate ve Gubaz’a Bizanslı eşler ve hatırı sayılır Bizans unvanları önerilmişti; Bizans sarayında eğitildiler, vaftiz edildiler ve beyaz kaftanlarla donatıldılar. Fakat Lazlar İmparatorluğa hiçbir zaman başarılı bir şekilde entegre olmadılar (Lang: 1997).
VI. yüzyılda, Lazika Krallığı dönemin büyük devletleri olan Bizans ve Pers İmparatorlukları’nın rekabet ve savaş alanına dönüştü. Bu iki İmparatorluk arasında birçok kez el değiştirdi. Bu döneme ait ayrıntılı bilgiler 6. yüzyıl Bizans tarihçisi Procopius’un “Savaşlar” isimli eserinde anlatılmaktadır. Lazika Krallığı, Bizans-Pers savaşlarından dolayı gücünü yitirmiş, VI. yüzyılda gelişen olaylar nedeni ile tarih sahnesinden çekilmiştir.
Trabzon İmparatorluğu Dönemi
Trabzon İmparatorları (1204-1461), büyük Lazika’nın (Thema’sı) olarak adlandırılan Laz topraklarını miras yoluyla devraldı. Bizanslı yazarlar yeni İmparatorluğu bir Laz sınır devleti olarak düşündüler.Büyük Komnenoslar’ın tam anlamıyla “Rum (Rhomaioi)” İmparatorları sayılmasını engelleyen büyük Laz nüfuslarıydı. “Lazlar İmparatorluk politikalarında aktif rol oynuyorlardı. Trabzon İmparatorluğu’na savaşçı sağlarlardı. Ortaçağda, Trabzon’un Rum İmparatorları, barış zamanında onları başbelası, savaş zamanında ise İmparatorluğun bağımsızlığının savunucuları olarak görürlerdi (Bryer: 1988).
1461’de Fatih Sultan Mehmet Trabzon İmparatorluğu’nu yıkarak egemenliği altına aldı. Böylece Lazlar, farklı bir dine ve kültüre sahip bir İmparatorlukla sınır komşusu haline geldiler. 1461’de Trabzon Krallığı’nın sınırları doğuda Lazlarla meskun Atina’nın (Pazar) batısındaki dereye kadar uzanıyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu Trabzon İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdıktan sonra ilerleyişine devam etmedi ve daha doğuya yönelmedi. Lazlar 1461’den Osmanlı egemenliğine girdikleri 15. yüzyılın başlarına kadar bir dereceye kadar otonomilerini sürdürmeyi başardılar ve yerel derebeylerinin yönetimi altında kaldılar (Bryer:1988).
Trabzon’un Osmanlı Devleti tarafından alınmasından yarım yüzyıl kadar sonra, Çaldıran savaşından (1514) dönen Yavuz Sultan Selim Lazların yaşadığı bölgeleri de Osmanlı topraklarına kattı (Özgün:2000).
Osmanlı Devleti 16. yüzyılın sonlarına kadar Lazlara dinlerini muhafaza etme özgürlüğü tanısa da bu tarihten itibaren Müslümanlaştırma politikalarına ağırlık vermiştir (Bryer:1988). “… Laz topraklarında başlayan İslamlaşma akımı kısa zamanda bu bölgede yayılmış, devlet ehil hocalar göndererek bütün D. Karadeniz yöresinin Müslümanlaşma evrelerinin tamamlanmasını sağlamıştır (Özgün:2000).” 16. yüzyılın sonlarından 18. yüzyıla kadar geçen zaman, Lazların Müslümanlaştırılması yoluyla Osmanlı İmparatorluğu’na entegre edilmesiyle geçmiştir.
19. yüzyıl sonlarında Lazistan Sancağını dolaşan Fransız coğrafyacı ve oryantalist Vital Cuinet, yöreyi meşelik dağlarla çevrili, yazın sürülerin çıkarıldığı verimli yaylaların bulunduğu bir bölge olarak anlatır (Yurt Ansiklopedisi: 1982). Cuinet’ye göre yöredeki halkın çoğunluğunu Lazlar oluşturmaktadır.
19. yüzyılın başları merkezi Osmanlı hükümetine karşı kendilerini başarı ile kabul ettiren yerel ayanların güçlenmesine tanık oldu. Lazistan ayanlarının özgürlüklerine ilk darbe 19. yüzyılda Trabzon Valisi Osman Paşa tarafından indirildi (Minorsky:1957). 1814-1817, 1818-1821, 1832-1834 yılları arasında bölgede ayanları tasfiye etmek isteyen Osmanlı yönetimine karşı yerel ekonomik ve idari özerkliğe sahip ayanlar arasındaki çıkar ve iktidar çatışmasından kaynaklanan geniş çaplı isyanlar ortaya çıktı (Bryer:1988). Bu ayaklanmalar Tuzcuoğlu Memiş Ağa tarafından başlatılmış, halefleri tarafından devam ettirilmiştir. 19. yüzyıl başlarında, D. Karadeniz yöresinde ortaya çıkan bu isyanlara, yörede yaşayanların çoğunluğu katılmıştır (Özgüğn:2000). Fakat, isyanların bastırılmasının ardından bölgeyi gezen Karl Koch, hürriyetleri azalmış olmakla beraber, ayanların çoğunu yerinde buldu. Koch, Lazistan’da 15 Ayanı adları ile belirtmektedir (Minorsky:1957). Lazlar, 1840’lara kadar, içerdeki vadileri yüksek kalelerden yöneten ayanların hakimiyetinde otonomilerini korudular.
20. yüzyıldan önce bu bölge, hiçbir zaman tamamiyle büyük bir imparatorluğa entegre edilemedi, ama tampon bir bölge işleviyle onlara gevşek bir yapıda müttefik kaldı. Bölgenin modern tarihi bir dereceye kadar klasik dönemlerdeki tarihiyle benzerlik gösterir: Pers-Bizans tehditleriyle Osmanlı-Rus konfliktleri yer değiştirmiştir (Hann: 1997).
Bölge ayrıca 19. yüzyılın sonlarından itibaren Rus yayılmacılığının tehdidi altında kalmış, I. Dünya savaşı sırasında, 1915-17 arasında Rus birlikleri tarafından işgal edilmiştir. 1917 Sovyet Devrimi’nin ardından Rus birlikleri bölgeden çekilmişlerdir.
Lazistan Sancağı
Şemseddin Sami, Kamus-ül Alam adlı ansiklopedik yapıtında Lazistan Sancağı’nın 120 km uzunluğunda ve 25-30 kilometre genişliğinde olduğunu yazar. Lazistan Sancağının üç kazası (Rize, Atina ve Hopa), altı nahiyesi ve 364 köyü vardı. Nüfusu 138.467 kişiden oluşuyordu. Şemseddin Sami, az sayıda Rum dışında sancakta Müslümanların ve Lazların yaşadığını yazar. İngiliz Parlamento üyesi W. E. D. Allen 1929 tarihinde “The Geographical Journal”da yayımlanan “The March Lands Of Georgia” adlı makalesinde Lazistan Sancağı hakkında Şemseddin Sami ile aynı bilgileri vermektedir.
1851’de, Gönye (Gonia) sancağının adı değiştirilerek Trabzon Vilayetine bağlı idari bir birim olarak Lazistan Sancağı kurulmuştur. Acara bölgesi ve Yukarı Gurya, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı’na bağlandı.
Batum’un 1878’de Osmanlı-Rus Harbi sonrası Rusların eline geçmesi üzerine Sancak merkezi Rize’ye alındı. 19. yüzyılda Lazistan Sancağı Trabzon Vilayeti’nin doğu ucunu oluşturuyordu.
1896’da Lazistan Sancağı, Rize, Atina (Pazar), Hopa kazalarından oluşmaktaydı. Bu durum idari durum 1903’de değişmeyerek 1918’e kadar korumuştur.
Cumhuriyet Dönemi
Milli mücadele döneminde Liva merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre Pazar (Atina ) Hopa ve Rize merkez kazalarından oluşan bir vilayet haline getirildi. 1 Haziran 1933’den itibaren geçerli olan “Lağvedilen ve birleştirilen vilayetler hakkındaki kanun” gereği Rize vilayeti yeniden teşkilatlandırıldı. Artvin ve Rize vilayetleri birleştirilerek merkezi Rize olmak üzere Çoruh vilayeti teşkil edildi. 2 Ocak 1936’da Çoruh ili kaldırılarak, yalnızca Pazar ve merkez ilçeden oluşan Rize ili teşkil edildi.
Günümüz idari yapılanmasında, Lazların yerleşik olduğu Hopa, Arhavi ve Borçka kazaları Artvin iline, Pazar (Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar Atina), Ardeşen, Fındıklı (Vitze), Çamlıhemşin Rize iline bağlı ilçelerdir.
Bu arada, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren bölgedeki yer adlarının değiştirilmesi yönünde bir takım çalışmalar yürütülmüş ve bu itibarla, “Lazistan Livasının adı “Terakki”; Mapavri (Çayeli) nahiyesinin adı “Eski Pazar”; Hopa kazasının adı “Cihadiye”; Arhavi nahiyesinin adı “Teşkilat”; Atina (Pazar) kazasının adı “Müftü”; … olarak değiştirilmek istenmişti (Yüksel:1998). Ancak, Osmanlı dönemindeki uygulamalar başarı ile sonuçlanamamıştır.
Yer adlarını değiştirme çabaları 1950’lerden itibaren devam etmiş ve bu bölgedeki kasaba, köy, akarsu ve belli başlı belde ve mahallelerin halk tarafından kullanılan tarihsel isimleri değiştirilmiştir. Bugün kamusal alandaki uygulamalarda köy, mahalle, akarsu, belde, kasaba isimleri Türkçe halleri ile kullanılmaktadır. Ancak, bölgede yaşayan insanlar için bu değişikliğe uyum sağlanamadığından eski biçimleri ile sözlü dilde kullanılmaya devam edilmektedir. Bu ise birçok alanda karışıklığa meydan vermekte, kamusal alana ilişkin duyurularda nerenin kastedildiği çoğu zaman anlaşılamamaktadır.
İktisadi Yapı
Doğu Karadeniz bölgesi coğrafi özelliklerinden dolayı yoğun bir nüfusu barındıracak geniş tarım arazilerine sahip değildir. Arazinin yapısı, iklim özellikleri tarımı yapılabilecek ürünlerin çeşidini ve miktarını sınırlamaktadır. Bölge ekonomisi özellikle vadi içlerinde tarıma ve hayvancılığa dayanırken, kıyı kesimlerinde daha çok denizcilikle ilgili faaliyetler yürütülür. 6. yüzyıl Bizans tarihçisi Procopius’un Savaşlar adlı eserinde Lazika’nın iktisadi durumu hakkında şunları yazar:
“Lazika’da ne mısır, ne şarap ne de başka iyi bir şey üretilmezdi. Yolların darlığı yüzünden insanlar tarafından taşınmadıkça hiçbir şey oraya taşınamazdı. Ancak Lazlar orada yetişen bir tür (darı) sayesinde yaşayabiliyorlardı çünkü ona alışmışlardı. Lazların ne tuzu, ne buğday ne de başka iyi bir şeyleri vardı, ancak deri işleyerek ihtiyaç duydukları kaynakları sağlayabiliyorlardı.”
1950 sonrası Demokrat Partinin iktidara gelmesinin ardından uygulanan politikalarla köylüler iktisadi yaşama katılmaya başladılar. Bu dönemde, iç kesimlerde çay tarımının gelişmeye başlaması ile köy yollarının açılması zorunlu hale gelmiştir. Bu doğrultuda gösterilen çabaların sonucunda, köylülerin de zorunlu katılımı ile köyler kasaba merkezlerine bağlanmıştır.
Çay tarımı başlangıçta Rize ve çevresinde tarımı yapılmakta iken 1960’lardan sonra Rize’nin doğusundaki kıyı şeridine genişlemeye başlamıştır. 1970’lere gelindiğinde, çay bölgesel ekonominin dayanak noktası haline gelmiştir. “Bu, çayın bütün sosyal gruplar arasında, hızla ve neredeyse tamamen kahvenin yerini alarak, her durum için bir içecek olarak ülke çapında benimsenmesindeki yüksek oran sayesinde mümkün olmuştur (Hann:1990).” Günümüzde halen ekonomik yapı yönünden, bölgenin en büyük gelir kaynağı çay üretimidir.
Arte (erkek) Tekışık
Tanura (e) Aydınlık
Tanora (e) Safak
Loresima (kız) Papatya
Gubaz (e) Lazkralı
Ʒate (e) Lazkralı
Barnuk (e) Lazkralı
Barva (e) Fırtına
Kiana (e) (k) Dünya
Şana (k) Mutluluk
Loya (k) Tatlı
Mčima (k) Yağmur
Medea (k) Kolhiskralınınkızı
Mzuğa (e) (k) Deniz
İrden (e) Büyüyen
Zifona (e) Fırtına, rüzgar
Moni (k) Boncuk
Taneri (e) Aydınlanmış
ÖRNEK EVULİ
Benim adım Şana dır. Çkimi coxo Şana ren.
Kızıma Medea adını koyacağım. Bozomota/Bozo çkimis Medea coxo gebodvare.
Mčima, güzel bir isimdir. Mčima, mskva ar coxo ren.
Lazlar, çocuklarına Lazca isim koyuyorlar. Lazepek, berepe muşis Lazuri coxope gyoduman.
Lazca Erkek İsimleri
Arte
Evro
İrden
Mukhala
Tanura
Lazca Kız isimleri
Bedi
Barva
Butka
İsina
Liva
Dadali
Esvara
Ezmoce
İlimba
Liva
Mani
Mira
Peri
Pavri
Biç’ina
Akoni
Aşena
Dirvana
Ekana
Jurte
İrday
Lande
Medi
Orena
Şineri
Bedi : Talih, kader
Dadali : Güzel, gül
Esvara: Her şey,
Ezmoce : Rüya
İlimba : Sevilir olan
Liva : Kar suyu
Mani : Çabuk, hızlı
Mira : Yüz, çehre
Peri : Renk
Pavri : Yaprak
Lazca Erkek İsimleri
Akoni : Buralı
Aşena : Lazca’da bir isim
Dirvana : Gökçe güvercin
Ekana : Lazca’da bir isim
Jurte : İki ışık, ikinci ışık
İrday : Büyüsün
Lande : Akis, yansıma
Medi : Umut
Orena : Meydan
Şineri : Saygın
Lazca kız isimleri
Aliyoni: Deniz kuşu, martı
Butka : Yaprak
Elva: Yukarı çıkmak
Gyuli: Gül
İsina:Bahçe
Loresima:Papatya
Mani: Çabuk
Nena: Dil
Okro: Altın
Tana: Parla, ışılda
Lazca Erkek İsimleri
Ağani: Yeni
Tanas: Işıldasın
Evro: Kıble rüzgarı
Guroni: Yürekli, cesur
İrden: Büyüyor
Lande: Akis, yansıma
Mapa: Kral
Nogure: İdeal, hedef
Opodrace: Sevgili, kıymetli, biricik
Tanura: Aydınlık
İsmail Avcı Bucaklişi
Lazlar Güney Kafkasya’nın otokton halklarından biridir. Bu bölgenin coğrafi ve tarihsel uzantısı durumunda olan Karadeniz’in doğu ucunda yerleşiktirler. En eski yerleşim alanları Çoruh vadisi (Batum) ve civarıdır. Günümüzde Lazlar Rize’nin Pazar (Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Atina), Ardeşen (Arteşeni), Çamlıhemşin, Fındıklı (Vitze) ve Artvin iline bağlı Arhavi (Arkabi/Arkhave), Hopa ve Borçka ilçelerinde yaşamaktadırlar.
Tarihsel olarak, Batıda Rumlar, Güneyde (Kaçkar dağlarının eteklerinde) Hemşinliler, Güney Doğuda (Artvin civarı ve daha doğusu) Gürcüler Lazlara komşu olan halklardır. Ancak Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Rum nüfus mübadelesi sonucu bölgeden ayrılmıştır.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşından dolayı çok sayıda Laz, Batum’dan Marmara bölgesine; İzmit, Sakarya, Adapazarı, Akçakoca, Bolu, Düzce, Yalova, Karamürsel, Sapanca, Balıkesir ve İstanbul gibi yerleşimlere göç etmişlerdir. Laz muhacirlerinin Osmanlı topraklarına göç etmesinin temelinde din kardeşliği yatar.
Gürcistan sınırları dahilinde Batum yakınlarındaki bazı köylerde (Sarpi ve Kvariati köyleri) Laz nüfusu halen varlığını sürdürmektedir. Abhazya’daki 10 civarındaki Laz köyü 1992’deki Abhaz-Gürcü savaşından dolayı Abhazya’yı terketmiştir.
Bununla birlikte, Gürcistan’a bağlı Acara Özerk Cumhuriyeti’nde Gürcüleşmiş Lazlardan bahsedilmektedir.
Türkiye’de 70’lerle birlikte başlayan iç göç hareketlerinden kaynaklı yoğun bir Laz nüfus büyük şehirlere hatta Anadolu’nun pek çok yerine dağılmıştır. Bu sayı otokton coğrafyada yaşayanların üç katından daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Avrupa’da da göçmen işçi statüsünde, eğitim ya da başka amaçlarla yerleşmiş çok sayıda Laz bulunmaktadır.
Laz alfabesinde 35 harf vardır. Bunlardan 5’i sesli, 30’u sessiz harftır. Türkçe’deki sesli harfl erden “I, Ö, Ü” Lazca’da yoktur. Lazca’daki 30 sessiz harfin 10 tanesi Türkçe’de yoktur. Bunlar; č,̣ ğ, ǩ, ṕ q, ť, x, ž, ʒ, ǯ harfleriyle gösterilen seslerdir. Geri kalan 20 ses Türkçe’deki gibi okunur.
Lazca bir fiil kökünün başına ve sonuna (ör. oǩo-v-i-sinap-am-t), bazı durumlarda fiil kökünün ortasına ek gelebilir (ör. ǩi-tx-um). Bu yüzden de eklemeli bir dildir. Eklerinin birkaç örneği aşağıda bulunabilmektedir:
Çekimli bir fiilde, özne ve nesne aynı anda bulunabilir (ör. g-żirem).
Bir eylem, kimsenin yararına olmadan nötr olabileceği gibi (ör. p̌-ç̌ar-um)…
Bir eylem, öznenin (ör. i-ç̌ar-ams) ya da nesnenin yararına (ör. u-ç̌ar-ams) gerçekleşebilir.
Hemen hemen bütün fiillerin başına yöneki gelebililir (ör. golo-vulur). Yönekleri fiilin hangi yönde devam ettiğini gösterir.
Lazca fiilin türüne göre (durum ya da hareket fiili oluşu, nesne alıp almaması gibi) üçüncü şahıs özneler yalın halde (ör. bere ‘çocuk’), ergatif halde (ör. bere-k ‘çocuk tarafından’) ya da datif halde (ör. bere-s ‘çocuğa’) olabilmektedir.
Ayrıca, fiilin en başına cümlenin anlamını güçlendiren, kesinlik katan (ho, ko, do, menda gibi) ekler/sözcükler (ör. ko-moxtu) gelebilmektedir.
Bütün bu özellikler Lazcanın fiiller bakımından anlatım günü zengin bir dil olduğunu göstermektedir.
Laz alfabesi hakkında daha geniş bilgiye sahip olmak için aşağıdaki iki videoyu izleyebilirsiniz.
Trabzon Ťrabuzeni
Rize Rizeni
Çayeli Maparvi
Pazar Atina
Çamlıhemşin Vica
Ardeşen Arťaşeni
Işıklı Ğera
Fındıklı Viǯe
Arhavi Arkabi
Hopa Xopa
Esenkıyı Azlağa
Kemalpaşa Noğedi
Sarp Sarpi
Borçka Borçxa
Düzköy Çxalazeni
ÖRNEK EVULİ/STERİ
Ben Timisvat’lıyım. Ma Timisvaturi vore.
Fındıklı’dan sonra Arhavi var. Viǯe şǩule Arkabi ren.
Boyuncuk, Arkabi’nin köyüdür. Ṕarexi Arkabişi opuťe ren.
Ardeşen’li çocuklar Lazca biliyorlar. Arťaşenuri berepes Lazuri kuçkinan.
Sen yeradlarını kullanmazsan, kaybolurlar. Si svacoxope var ixmari na, gondununan.
İsmail Avcı Bucaklişi
2008 yılını Uluslararası Diller Yılı ilan eden UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) Mart ayında güncellenen “Tehlike Altındaki Diller Atlası”nda, dünyada konuşulan 6700 dil içinde 2400’ünün yok olma tehdidi altında olduğu belirtildi. Bu atlasta, Türkiye’de konuşulan dillerden Lazca, kesinlikle tehlikede olan diller arasında gösteriliyor.
1990 yılından bugünlere nitelikli Lazca konuşanların sayısında ciddi bir azalma olduğu gibi, konuşulan Lazcanın niteliğinde de ciddi bir erezyon yaşanmıştır. Aileler çocuklarına anadillerinde konuşmuyor ve çocukların tamamına yakını artık Lazca konuşamıyor. Ancak, pek azı Lazca anlayabiliyor.
“Lazcanın durumu yavaş yavaş ölüme giden dil olarak görülebilir, yani dili konuşan topluluğun yavaş yavaş prestijli olan dile doğru kayışı, anadilin kaybolmasını da barındırır. Bu süreç, birbirinden farklı olan iki dilin farklı sosyal ortamlarda kullanılması durumuna yol açabilir ve prestijli olan dilin daha fazla baskın hale gelmesine sebep olabilir. Bu durum, ikidilliğin yayılması ve konuşanların arasında dile hakimiyet konusunda farklılıklar geliştirmelerine neden olabilir.” (S. Kutscher)
Lazcanın yok olma tehlikesi altında bir dil haline gelmesinin sebeplerinden biri hiç kuşkusuz köylülüğün tasviyesi ile sonuçlanan modernleşme sürecinin Lazcanın tarihsel olarak var olduğu yaşam alanları ortadan kaldırmış olmasıdır.
Öte yandan, Türkçe dışındaki dilleri baskılayan politik süreçler de dışsal etki olarak Lazcanın tehlike altına girmesine sebep olmuştur. Bu politikalar, özellikle okullarda Lazca konuşmayı yasaklamış, yer adlarının tamamen değiştirilmesini ihtiva eden bir süreç olmuştur.
Lazlar üzerinde, kimliklerinden dolayı ya da Lazca konuştukları için gerçekte hiçbir fiziki baskı ve yasal takibat yapılmamış olsa da, okullarda ve yerel düzeyde Lazcanın değersizliği, iş ve eğitim hayatında başarısızlığa sebep olacağı yönünde bir inancın gelişmesine zemin yaratılmıştır. Özellikle günümüzde Temel-Fadime fıkralarına dönüşen ve yakın döneme kadar Laz fıkraları olarak sunulan bu fıkraların bir değersizlik duygusu yarattığını söylemek de abartı olmayacaktır.
Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye üniversitelerinde Lazlar ya da Lazca üzerine hiçbir akademik çalışma yapılmamış, hiçbir Lazca materyal basılmamış, neredeyse, Lazların Kıpçak Türkü olduğunu savunan birkaç makale hariç, Lazları konu edinen hiçbir makale yayımlanmamıştır (Kirzioğlu: 1972)
Lazcaya karşı dışsal bakışı daha iyi anlayabilme bakımından 1970’li yıllarda Rize’de Kemençe adlı dergide yayımlanan bir yazıya atıfta bulunmak faydalı olacaktır. Kendisi de Rize – Fındıklılı bir Laz olan Kani Şengül, “Rize’de Dil Sorunu” başlıklı makalesinde Lazca hakkında şu görüşlere yer vermektedir.
… Doğacak yeni kuşak bu dilin zararlarından kolayca kurtarılabilir. Bunun için Milli Eğitim ile aileler işbirliği içinde çalışmaları gerekmektedir. Her aile en az öğretmeni kadar kendi çocuğuyla ilgilense ve ona doğuştan Türkçeyi öğretse sorun zamanla çözümlenir ve çocuklar da bu acayip dilin şerrinden kurtulur (Koçiva, 1999).
Armut Mʒxuli
Elma Oşǩuri/Uşkuri
Erik Ombri/Omuri
Nar Berǯeuli
Portakal Porťuǩali
Mandalina Mandalina
Limon Limoni
Şeftali Anťama/Aťamba
Çilek Ǩandğu
Yabanmersini nǯela/liǩiba/ǩaʒxanǩa/Anʒera
İncir Luği
Dut Mjoli
Kiraz Mbuli
Muşmulla ʒkimuti/nʒxilimuťri/nʒzimunťi
Yenidünya Muşi
Böğürtlen Dandzi ǩanğu
Üzüm Urdzeni/Qurdzeni
Fındık Ntxiri
Ceviz Nedzi
Karayemiş Mǯu/Mǯǩo
Kavun Şinǩa
Lahana Lu/ Luqu
Pazı Msuťulya
Pırasa Ṕrasǩa
Biber Ṕeṕeri
Soğan Ǩromi
Sarımsak Leri
Fusulye Lobca/Lobiya/Ǩumxi
Kuru fasulye Xaci
Bezelye Frasuli
Kabak Feli/Orome/Qoqore/Ǩasťane/Ore
Patates Dixamakvali
Domates Tomatisi
Maydonoz Meroca/Ğramso/Mergya
Dere otu Mʒxulǩuburi
Yer Elması Dixa Uşkuri